Bu sene Oscar ödülleri hakkında
yazmayı düşünmüyordum, çünkü her sene yaptığı gibi tam
anlamıyla asıl hak eden isim yine Oscar törenlerinde yerini
alamadı. Kimden bahsettiğim çok açık tabi ki Lars Von Trier.
Geçen sene İnception filmi ile Christopher Nolan a yapılan
haksızlık, bu senede bence yılın en iyi filmi olan Melankoli ye
yapıldı. Bu fime bir tek Amerikalı film eleştirmenleri hak ettiği değeri vererek yılın en iyi filmi seçtiler. En azından en iyi film dalında aday gösterilmesini
beklediğim Melankoli' nin neden aday gösterilmediğini olayları
takip eden herkesin çok iyi bildiğini biliyorum. Bu seneki iki aday çok güçlü olmasa bu olaya verilecek tepki daha büyük olurdu diye düşünüyorum. Cannes film
festivalinde en iyi film adayı gösterilen Melancholie, Lars Von
Trier in basın toplantısında “I understand Hitler” demesiyle
tam bir skandala dönüşmüştü. Lars Von Trier in ne kadar manyak
bir ruh haline sahip olduğunu ve filmlerininde bu ruh halinden
beslendiğini düşünemeyenler, bu açıklamadan sonra kendisinin
törene katılamayacağını belirtmişlerdi. Şu anda Lars Von Trier
in film yapabilecek gücü kendinde bulması bile bizim için bir
lütuf. Bu olaydan sonra da film yarışmaya devam etmiş, Lars ise
orayı terk etmişti. Oscar ödüllerinde yahudi lobisinin güçlülüğü
ve ısrarları Melankoli filminin yarışın tamamen dışında
kalmasını sağladı. Ama yine de beni bu sene yazmaya teşvik eden
filmler yok değil, bu sene ki yarışta iki film ön plana çıkıyor
bunlardan birisi Hugo(11 dalda aday), blog da daha önce bu filmin incelemesini
yazmıştım, aday gösterileceğini yüzde yüz tahmin ediyordum,
hatta bu film oscarı kesin alır diyordum, fakat Michel Hazanavicius diye bir adam çıktı ve sinema tarihini öyle bir salladı ki bu
bu yazıyı yazmaya beni teşvik eden en önemli sebeplerden biri
olmayı başardı. Berenice Bejo ve Jean Dujardin'in inanılmaz performansları herkesi büyüledi. The Artist filminden bahsediyorum The artist filmi
de bu sene Oscar a on dalda aday gösterildi. Oscar yarışının bu
iki film arasında geçeceğini herkes çok iyi biliyor. Hugo ve The
Artist filmleri sinema tarihine iki farklı açıdan yaklaşan ama
aynı kapıya çıkan iki film olarak gözümüze çarpıyor. Hangisi alırsa alsın üzülmem, ikiside muhteşemdi gerçekten. Hugo
bir kitap uyarlaması, Hugo da usta yönetmen Martin Scorsese in 3
boyutlu ilk filmi özelliğini taşıyor ama film sinema tarihine
özellikle Georges Melies'in hayatına ışık tutuyor ve zaman
kavramını müthiş bir incelikle işliyor. The Artist de ise yine
bir sinema tarihi özlemi ve saygı duruşu var. Fakat son
teknolojiyi kullanmak yerine burada tam tersi tercih edilmiş, sessiz
bir film The Artist ve aslında bize birşeyleri anlatmanın ve
birbirimizi anlamamızın çok da zor olmadığını gösteriyor ve
yine aynı zamanda sinema tarihinin büyük ustalarına müthiş bir
başyapıt adanıyor adeta. Bu iki film arasındaki yarış, sinema
tarihine bakışları açısından çok anlamlı bir hale geliyor.
Belki de uzun yıllardır bu kadar anlamlı ve hoş duygularla bir
Oscar töreni izlememiştik. Yine çok iyi çok güçlü filmler
Oscar a aday olsa da bu iki film yanında onların pek fazla şanslı
olduğunu söylemek zor.
En iyi film adaylarının sayısı bu sene dokuz olarak belirlendi. Bu sene ki bütün adaylara burayı tıklayarak
göz atabilirsiniz. Bu sene geçen seneki gibi bütün filmleri
sinemada izleme şansını elde edemedik birazdan George Clooney'in
oynadığı çok övülen The Descendants' a gidicem bakalım,
Oscardan önce izleyeceğimiz bu son aday nasılmış? Geçen sene
Oscar a aday filmleri şu anda askerden olan Çağatay kardeşimle
izlemiştik harikaydı gerçekten, Black Swan dan çıkışımızı
hatırlıyorum, bu yazıyı yazmamın asıl sebebi olan yine askerde
olan Tuğrul kardeşim ile de bugün konuştum o da geçen sene
yazdığın gibi yaz dedi bana, bu yazıyı da yazmama sebep olan
kendisidir. Bu yazıyı şu anda askerde olan bu iki kardeşime
adıyorum o zaman, gelin artık...
1905 yılında Einstein' ın uzay ve
zaman hakkında düşünceleri özel görelilik adını koyduğu
“akıl harikası”kuram sayesinde matematikselleştirildi. 2 yıl
sonra bir başka bilim adamı Minkowski bu kuramı geometriyi
kullanarak açıkladı. Şimdi burada 2. bölümde özel görelilik
ve kuantum arasındaki ilişkiyi açıklayacak bağlantıları
kurmaya çalışalım. Ne demiştik, özel görelilik kuramının 2
adet kısıtı var. Bunlardan bizi en çok ilgilendiren ışık
hızının sabit oluşu(kurama göre), Einstein bu kuramı
oluştururken ışık hızının sabit olduğunu düşündü, çünkü
insanların hareket edişlerinin, çevrelerini algılama şekillerini
etkilediğini anlamıştı. Bu savı da herkesin aşina olduğu bir
platformun önünden geçen tren örneği ile açıklamaya
çalışmıştı. Yani hareket eden şeylerin biz gibi veya bizim
onlara baktığımız gibi (mesela trene bakışımız gibi), yani
kısacası hareket eden cisimler 3 boyutta değişiyormuş gibi
görünür. Bu özel görelilik kuramının içerdiği uzunluk
kısalması veya zaman genleşmesi olarak da bilinir. Yani aslında
bu kuram özetle şunu demek istiyor, bizim birbirimizi
görebilmemizin bir sebebi de yavaş hareket etmemiz. Eğer yanı
başımızda koşan bir köpek ışık hızına yakın bir hızda
koşsaydı onu göremezdik, şimdi ışığı neden göremediğimizi
ya da algılayamadığımızı(biz ışığı hiç bir “zaman”
görmeyiz ışık yardımıyla çevremizi “görürüz” o kadar)
anlıyoruz galiba neden kuantum fiziği ile uğraşıyoruz neden
küçülmeye çalışıyoruz, neden çok ufak parçacıkcıkları
ışık hızına çıkarmaya çalışıyoruz. Biraz kafanızda
canlanmıştır umarım. Burdan şu sonucu da çıkarmamız
gerekiyor, hızlandıkça gençleşiyoruz!
Şimdi yazmayı bıraktım
evden çıktım garajdan roketimi çıkardım, bastım gaza ışık
hızında güneşimize en yakın olan yıldız Proksimal Erboğaya gittim geldim.
Uzaklığı yaklaşık 4 ışık yılı bu da ne demek ben geri
döndüğümde siz 8 yıl yaşlanmış olacaksınız. HAHAHA ben
sizden 8 yıl genç kaldım, oha işte ölümsüzlüğü bulduk.
Fakat burda ki sorun ne ben o hızdayken yaşadım mı. Alın size
paradoksun kralı. Bunları uygulamaya dönüştüremeyecek olmamız
gerçek olmadıkları anlamına gelmeyeceğinden hayatı algılama
biçimimizi biraz da bu şekilde gözden geçirmekte yarar var.
Olaylara bu şekilde bakmak çevrenizdekileri küçük görmek
yerine, size kendinizi küçük görmeyi öğretir, fakat bunu göze
alamayanlar olacaksa ne olur bundan sonraki bölümleri okumasın... Geçsin aynanın karşısına geçmişine baksın dursun.
Neyse ben
devam ediyim, uzunluk kısalmasını bir başka örnekle açıklamaya
çalışayım, mesela bir labutu havaya attınız, labutun yandan
görünüşü labutun gerçek uzunluğuna yakın bir görüntüyü
size verirken labutun altından bakan biri onu daha kısa görecektir.
Şimdi bunu zaman kavramıyla birleştirmemiz çok önemli çünkü
zaman bizim için herşeydir. Aslında biz uzayın değil zamanın
birer parçasıyız, en azından ben öyle düşünüyorum. Genel
perspektiften bakacak olursak zaman için söylenen iki ana düşünce
gözümüze çarpar. Birincisi, zamanın geçmişten geleceğe doğru
aktığıdır ve sadece yaşanan an gerçektir. Burdan çıkacak
sonuç doğal olarak, zamanın akışını ölçmemiz için bir başka
zaman katmanına daha ihtiyaç duyduğumuzdur. Bu katmanlar
çoğaltılabilir. Üst katmanı ölçmek için diğer üst katman,
onu ölçmek bir üst katmana ihtiyaç duymak gibi, bu birinci
düşünce idi, İkincisi ise, olmuş ve olacak bütün olayların
dörtboyutlu uzay-zamanın bir yerlerinde olduğunu söyler. Bu o
kadar ilginçtir ki aslında bize kader diye bir şey var diye
bağırmaktadır adeta, Bu düşünce bize kuramsal olarak her
anımızın uzay-zamanın bir yerlerinde mevcut olduğunu iddaa eder.
Bu kuramı göz önünde tutacak olursak, özgürlük anlayışımızı
bir daha göz önünde bulundurmamız gerekecek. Seçim şansımızın
olmaması nasıl bir kölelektir siz düşünün, sıkışmış
kalmışız gibi bir his çok fena gerçekten. Biraz olsun
uzay-zamana dair birşeyler söyledik, şimdi sıra aslında en başta
söylemem gereken “Termodinamik” yasası. Az önce zamandan
bahsetmiştik, doğada zamanın akışı kendini sürekli yıpranma
olarak gösterir. Hiç bir müdahale olmadan, yani şöyle düşünelim
evdeki kütüphaneniz devrildi, siz ona müdahele etmeden kendi
kendine yenilenir mi? Ya da arabanız paslandı, gidip onarım
yapmazsanız bu kendiliğinden olmaz fakat bunun tam tersi yani
yıpranma kendilğinden olmaktadır. Zaman doğa yasalarının o
kadar ayrılmaz, o kadar temel bir parçasıdır ki o yüzden aslında
biz zamanın birer parçalarıyız demek içimden geliyor. Bu
bahsettiğimiz yıpranma olayı işte Termodinamiğin ikinci
yasasıdır. Diğer adıyla “Entropi” yani evrendeki düzensizliğin
bir ölçütü, yaşlanır ve ölürüz, otomobillerimiz paslanır,
onarılmayan yapılarımız çöker sürekli sağlamlaşmaz yani
evrendeki düzensizlik ve belirsizlik giderek artar. İşte Entropi
bu düzensiliği ölçmek için kullanılan bir niceliktir. Gelelim
Termodinamiğin birinci yasasına, birinci yasa basit ve net enerji
yaratılamaz ve yok edilemez, sadece bir biçimden başka bir biçime
dönüşebilir. Bir yerlerden tandık gelmiştir umarım. Entropi
kavramı zamanı açıklamamız için neden önemli çünkü entropi
deki artış zamanın hangi yöne aktığını gösterir, karşınızda
dedeniz ve torunu hangisi daha önce ki bir kare sizce; cevabı açık
tabi ki dedeniz, her ne kadar yan yana koyulan fotoğraf parçalarının
birleştirilip bir film oluşturması gibi bunlar aynı zamanda yan
yana duruyorlar gibi görünselerde, Entropi olmasaydı bunu nasıl
tahmin edebilirdik bir düşünün! Bu bölümde son olarak Entropi
ile ilgili vereceğim son örnek daha önceki bölümde söylediğim
büyük resmi görmemiz ile yakından alakalı.
1- Bir bardak alın elinize(burda
tanrısınız, elinize aldınız ama henüz büyük patlama
gerçekleşmedi)
2- Bardağı yere bırakın,
kırılsın(bardağın içinde su olsun bardağı bıraktığınızda
ilk önce su dökülür ve düzensizlik artar, sonra bardak kırılır
ve kırılan cam parçaları ile sıvı birbirine karışır.). Kadeh
onarılamaz bir şekilde paramparça olur) İşte burdaki parçalardan
birisi de dünyamızın ilk ışıklarıdır.)
3- Entropi bir bardağın kırılışına
giden her an da olduğu gibi sürekli artar. Neden Cern de bilmem
neleri çarpıştırıyoruz şimdi anladık umarım, entropinin
artması yani düzensizliğin artmasını engellemek isteriz bunu
içinde yüksek enerji girdisine ihtiyacımız var, o zaman bir örnek
daha, elektriğimiz yok karanlıkta yürüyoruz, çarptık herşeyi
devirdik, belirsizlik artıyor ne yapcaz, elektrik santralleri
kurucaz, amaç ne düzensizliği ortadan kaldırmak işte olay bundan
ibaret efendiler).
Bir sonraki bölümde “Genel
Görelilik” den bahsedicem, görüşmek üzere... (LÜTFEN YORUMLARADA GÖZ ATIN...)
Yorumlardan: öncelikle, okuyup yorum yazdığınız için çok teşekkür ederim, yazıları özet olarak tutmam gerektiği için genel hatlarıyla bazı şeyleri yazmaya çalışıyorum bazı şeyler açıkta kalıyor(yazdıklarımda okuduklarımdan anladıklarım bana mantıklı gelenler benim de işin ehli filan olduğum yok ilk önce onu söyleyim), yazıda bahsettiğim entropi(yıpranma kavramına biraz astronomik ölçülerde bakarsak bence olay daha anlaşılır olabilir, mesela dünyada ki yaşam güneşten gelen entropiyle(yıpranma) beslenir yani bitkiler büyümeleri için gereken enerjiyi güneş ışığından aldıkları zaman evrene bir miktar düzen katılır ve dünyadaki entropi(belirsizlik, yıpranma oranı ne derseniz) azalır, bu entropi azalmasının bütün bir evrendeki entropi artışının yanında küçücük olduğunu anlamak çok da zor değil. Güneş de ki yıpranma oranı mesela dünyada ki yaşamımızın oluşturduğu düzenin çok ilerisindedir. Mesela şu anda güneşimiz sıcak uzay soğuk, ısı da sıcaktan soğuğa doğru aktığı için güneş uzaya enerji yayıyor. burada güneş sıcak uzay soğuk bu bir tür düzenlilik fakat güneş zamanla enerjisini tüketip soğuduğunda evrende daha büyük bir düzensizlik olacak bütün yıldızların sonuda aynı şekilde yani düzenlilikten düzensizliğe(simetriden-asimetriye) giden bir yol fakat resme büyük bir açıdan bakmakta yarar var yoksa sizin verdiğiniz örnekleri açıklamak çok fazla kolay olmaz, en azından benim için... Not: Yazı dizisinin sonuna doğru bütün bölümler birleşince, evreni kavrayışımızda ki gelinen noktalar ve gelişmeler daha rahat anlaşılabilir. Bundan sonra değinilecek bölümlere çeşitli eklemeler yaptım, genel görelilik ile beraber kuantum fiziğinin ortak bir şekilde ele alınmasındaki zorluklar, ortak bir kuramda birleştirilmeye çalışılan diğer kuramların birbirleriyle ilişkilerini açıklamaya da çalışacağım...Konular dağılmış gibi olursa en son bir özet daha oluşturmaya çalışabilirim...Anlaşılabilir derken kendi kendime konuşur gibi yazdığımı, bu yazıları yazarken de kendim daha iyi anlamak için yazdığımı belirtmek isterim, eksiklikler yanlışlıklar olabilir, yorumlarla katılırsanız sevinirim... 1. Bölüm için tıklayınız...