25 Ocak 2015 Pazar

Katlanılamayan Yalnızlık ve Güçsüzlük


"Henüz sekiz yaşımdayken Lüxemburg parkına oynamaya giderdim. Bir adam vardı. Gelip Auguste-comte sokağı boyunca uzanan parmaklığın karşısındaki kulübenin içine otururdu. Bizi korkutan bu adamın ne sefil hali nede boynunda çıkmış olan ve yakasına değen urdu. Bizi korkutan onun yalnızlığı idi." J. Paul Sartre, Bulantı




“O bahtsız yaratık, doğarken beraberinde getirdiği bu Tanrı vergisi özgürlüğünü teslim edebileceği birini bulmak için yanıp tutuşmaktadır.” Dostoyevski, Karamazov Kardeşler  


Bağımsız ve kuvvetli olma isteği ile, önemsiz ve güçsüz olma duygusu arasında sürekli bocalamak, insanı varoluşunun bunaltısını hissetmeye  ve bu durumu içselleştiremediği ölçüde de ızdırap çekmesine yol açıyor. 


Bu varoluşun ızıdrabını dindirmek için bazı insanlar Sadistlik(Başkasına zarar verme) ve Mazoşistlik(Kendine zarar verme) yollarından birine doğru bir seçim yapmaya zorlanıyor, ya da son bir seçim olarak intihara yöneliyor. Bu eğilimler yalnızlıktan kurtulma, bunaltıyı ve paniği kırma açısından bireyin kendini tatmin etme yollarını oluşturuyor. Toplumsal anlamda bazı şartların oluşması insandaki bu sadistik ve mazoşistik çabanın rasyonalize edilerek vücut bulmasına sebep olabiliyor. 

Bu açılımlar, geçmiş günlerden günümüz yakın tarihine kadar, insanların faşizme, diktatörlüğe nasıl kendi istekleri ile boyun eğdiğini anlamamız için bize olanak sağlıyor. Bir lidere(veya diktatöre) boyun eğme ve kendini aynı onun gibi düşünen milyonlarca insan ile bir olarak görme psikolojisinin insana sağladığı güvenlik duygusunun üzerinde durulması gereken bir dönemden daha geçiyoruz. Bu durum kendi içinde tutarlı ama gerçekte akıl-dışı olan mazoşistik eğilimin bir sonucu. Çoğu zaman bu çaba hali hazırda bulunan yalnızlık ve güçsüzlük duygusunun yıkıcılığını önlüyor gibi görünsede, arka planında insanın içinde gizli olarak bastırdığı yeni ve daha şiddetli güvensizlik hissinin açığa çıkmasına sebep oluyor. Bu sadistik ve mazoşistik yönelimin akıl-dışı bir kaçış olduğunun en önemli göstergesi.   

Erich Fromm’un "Özgürlükten Kaçış" kitabını okuduktan sonra aklımda kalanlardı yukarıdaki satırlar.  


Sartre’ın "Bulantı" kitabının sonuna doğru Antonio Roquentin’in serzenişini aklıma getirdi.

“Bir şeyin kımıldanışını görmek hoşuma gitmiyor da değildi, hep aynı noktaya bakan gözler gibi bana bakıp duran bu kımıltısız varlıklardan kurtarıyordu beni. Gözlerim dalların salınışında. Kendi kendime söyleniyordum: Hareketler asla bütünüyle varoluşan şeyler değildirler, iki varoluş arasında güçsüz zamanlar arasında geçici varolan şeylerdir, aracılardır yalnızca. Kendimi hareketlerin hiçlikten çıkıp gittikçe olgunlaştığını, rahatlaştığını görmeye hazırlıyordum. Varoluşu doğuş halinde bastırabilecektim artık… Üç saniye bile geçmeden tüm umutlarım yıkılıp gitti. Varoluşların çevresinde körü körüne dolanıp duran bu ürkek, bu kararsız dallarda, varoluşa <<geçişi>> yakalayamadım.” diyordu, Roquentin.


Karamsarlığımızdan bir umut doğurabilecek miyiz? Bu umudu doğurmanın asıl koşulunun gerçek anlamda "umutsuzluğu içselleştirmek" olduğunu kavradığımızda birbirimize daha sıkı sarılacağız, buna hala inanıyorum.

Bundan birkaç yıl önce varoluşçuluk felsefesiyle yoğun bir şekilde ilgilenmeye başladığım, özellikle Sartre’dan çok fazla etkilendiğim günlerde yazdığım satırları düşündüm:


Varoluşum kendini bulduğunda başladı bu kaygı nöbetleri,
Ölüm çözüm olmadı kaygının çağrısına,
Ve yaşadığım trajedi bağladı beni hayata...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Nasıl ki dönüyorsa dünya istemeden sıkıştığı bu yalancı zamanın içinde ağır ağır, 
Sende sıkılmadan yüreyeceksin onun dağları ovaları üzerinde yavaş yavaş,
Sakin ve karanlık bir gecenin sabahında nasıl doğuyorsa güneş hiç olmadığı kadar sabırsız ve boş yere, sen de ulaşacaksın dünyanın üzerinde  dolaşırken güneşin boş çırpınışlarına,
Ve anlayacaksın bir gün herşeyin boşluk olduğunu, 
Anlayacaksın boşlukta fazla olanlar yaşayabilirler yalnızca o boşluğu,
Ve o boşluk seni panikletmesin artık, 
Fazla olanların arasındaki ahenk söndürsün yanan bu belirsizlik ateşini, 
Söndüremese de denesin ve ulaşsın kendi trajedisine, 
Ve katlansın daha büyükleri gibi, 
Üzerinde durduğunun katlandığı gibi bu boşlukta savrulmaya ve acıya, 
Anne ve babanın arzusu gibi yaratsın kendi çocuklarını güneşten kopan parçalardan, 
Ve bir daha katsın üzerinde yaşadığı düzeneğe düzen, 
Ve sıkılıp, yılmamak için görsün kendi trajedisini, gülsün, ağlasın, ağıtlar yaksın, 
Sonra yıkılsın tüm bunlar ,
Ve kalsın geriye boşlukta çalınan bir ezgi!
Dans etsin dolaştığı her yerde güneşle,
Ve ay ışığı söndüğünde açsın perdelerini karanlığa, 
Sokulsun uçsuz bucaksız uzayıp giden o fazlalıklar denizine, 
Bıraksın kendini hiçliğin içine ve tanısın onu ürkmesin ondan,
Ve titremesin artık o soğuk eller eskisi gibi ona uzanırken, 
Usulca uzansın bedeni zamanın içine sıkışmış koca dünyanın küçük tabutuna ve birleşsin onunla...




Yine Bulantı'da geçen "Some Of These Days" parçasıyla bitirmeliyim...


"Plağı bir daha çal Madelaine"


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder