Evet, bir Oscar gecesini daha geride bıraktık. 83. Oscar ödüllerinde herkesin beklediği gibi heykelciği almasına kesin gözüyle bakılan adaylar bir bir ödüllerine kavuştular. Dün geceki töreni iki genç ismin sunacak olması beni heyecanlandırmıştı açıkcası, fakat beklediğimi bulamadığımı söyleyebilirim. Sıkıcı bir sunum ve değişikliklerle karşılaşmadığımız çok sıradan bir Oscar törenini geride bıraktığımızı söylemek zorundayım. Çok fazla gişe hasılatı yapmayan filmlerin birbirleriyle yarıştığı bu törende aslında pek bir yarış olduğu da söylenemez, beklendiği gibi The King's Speech filmi en iyi yönetmen ve en iyi film dallarında rahat bir şekilde Oscar heykelciğine uzandı. Peki bu zaferi bu kadar rekabetten uzaklaştıran sebepler neydi, açıkcası ben birbirine yakın olduğunu düşündüğüm bu kadar film arasından The King's Speech filminin bu kadar rahat sıyrılmasına pek bir anlam veremedim. Oscar adayı filmlerin hepsini sinemada seyretmiş bir kişi olarak söylemem gerekirse, daha önce de söylediğim gibi İnception filmi ve Christopher Nolan' a yapılmış haksızlık benim hafızamda her zaman bir yerde duracak orası kesin. Tek kelimeyle bir başyapıt olan İnception filmine en iyi görsel efekt, ses miksajı gibi teknik dallarda ödüller verilmesini kesinlikle yeterli bulmadığımı tekrar tekrar söylüyorum. The King's Speech gerçekten çok güzel bir filmdi, orası kesin Collin Firth'ün performansı Oscar'ı hakedecek cinsten bir performanstı ona da kimsenin bir itirazı olamaz, fakat Oscar adayı filmler arasında bir iki tanesi için özel bir yer açmak istiyorum. İnception'ı ayırarak baktığımda geriye kalan 9 film arasında beni en çok sarsan film olan Black Swan hakkında biraz bir şeyler söylemessem içim rahat etmeyecek, Oscar ödül törenine bir kaç saat kala sinemada izleme fırsatı bulduğum Black Swan'ı iyi ki sona bırakmışım dedim, benim için aday filmler maratonumda öyle bir kapanışa imza attı ki etkisinden çok zor kurtulacağıma eminim.
Black Swan filmi Oscar ödüllerinden bir gün önce Abd bağımsız oscarları olarak tanımlanan Spirit ödülerine damgasını vurmuştu. En iyi film. en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu ve en iyi sinematografi dallarında ödüllere layık görülmüştü. Black Swan'ın yönetmeni Darren Aranofsky'nin Requiem For A Dream filmiyle sinema dünyasına bıraktığı başyapıtından sonra Black Swan'da en az onun kadar etkileyici ve vurucu bir film olmuş diyebilirim. Anlatmak istediğini o kadar korkusuz ve kusursuzca aktarabilen bir yönetmen ki Aranofsky, Black Swan'da artık bu son noktaya ulaşmış. Lars Von Trier ve Aranofsky tarzı, vermek istediği mesajı çekinmeden sert bir şekilde veren yönetmenlere bağımsız film eleştirmenlerinden ziyade Akademi üyelerinin de hak ettikleri değeri vermelerinin zamanı artık geldi ve geçiyor. Black Swan gibi bir harikanın Akademi tarafından sadece bir ödüle layık görülmesi de beni en az İnception kadar üzdü diyebilirim. Zaten Natalie Portman'a da o performansıyla ödül vermese Akademi artık güvenilirliğini tamamen yitirirdi. Natalie Portman aldığı heykelciği kesinlikle Aranofsky'e borçlu bunu kendisi de çok iyi biliyor.
Black Swan' ın konusuna kısaca değinmem gerekirse, Nina(Natalie Portman) New York da yaşayan bir balerindir, annesi de eski ve çok hırslı bir balerin olan Nina, oyun yönetmeni ve bir dansçı olan Thomas Leroy 'un yeni sezonda Kuğu Gölü adlı temsili yeni bir yorum ile hayata geçirmesi ile bu oyunda yer alma yarışının içinde kendini bulur. Oyunda yönetmenin istediği rolü oynaması gereken kişinin saf ve zarif beyaz kuğu ile şehvetin temsilcisi siyah kuğuyu beraber canlandırması gerekmektedir. Nina beyaz kuğu performansı ile izleyenleri büyülemektedir fakat şehvet Nina'nın içinde öyle hapsolmuştur ki... Bazı anlar vardır yaşanmadan anlaşılmaz işte Black Swan'da o anlardan biri konuya fazla takılmayın ve sadece izleyin. Bu filmden etkilenmemek mümkün değil.
Filmin konusu, müzikleri, yönetmenlik her şey kusursuza yakın diyebilirim. Bu filmi özellikle sinemada izlemenizi öneriyorum. Evde izlemeye kalkarsanız filmin sizde uyandıracağı etkinin şiddeti oldukça azalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder