17 Şubat 2012 Cuma

Evren, Kuantum, Belirsizlik Üzerine: 3. Bölüm









1905 yılında Einstein' ın uzay ve zaman hakkında düşünceleri özel görelilik adını koyduğu “akıl harikası”kuram sayesinde matematikselleştirildi. 2 yıl sonra bir başka bilim adamı Minkowski bu kuramı geometriyi kullanarak açıkladı. Şimdi burada 2. bölümde özel görelilik ve kuantum arasındaki ilişkiyi açıklayacak bağlantıları kurmaya çalışalım. Ne demiştik, özel görelilik kuramının 2 adet kısıtı var. Bunlardan bizi en çok ilgilendiren ışık hızının sabit oluşu(kurama göre), Einstein bu kuramı oluştururken ışık hızının sabit olduğunu düşündü, çünkü insanların hareket edişlerinin, çevrelerini algılama şekillerini etkilediğini anlamıştı. Bu savı da herkesin aşina olduğu bir platformun önünden geçen tren örneği ile açıklamaya çalışmıştı. Yani hareket eden şeylerin biz gibi veya bizim onlara baktığımız gibi (mesela trene bakışımız gibi), yani kısacası hareket eden cisimler 3 boyutta değişiyormuş gibi görünür. Bu özel görelilik kuramının içerdiği uzunluk kısalması veya zaman genleşmesi olarak da bilinir. Yani aslında bu kuram özetle şunu demek istiyor, bizim birbirimizi görebilmemizin bir sebebi de yavaş hareket etmemiz. Eğer yanı başımızda koşan bir köpek ışık hızına yakın bir hızda koşsaydı onu göremezdik, şimdi ışığı neden göremediğimizi ya da algılayamadığımızı(biz ışığı hiç bir “zaman” görmeyiz ışık yardımıyla çevremizi “görürüz” o kadar) anlıyoruz galiba neden kuantum fiziği ile uğraşıyoruz neden küçülmeye çalışıyoruz, neden çok ufak parçacıkcıkları ışık hızına çıkarmaya çalışıyoruz. Biraz kafanızda canlanmıştır umarım. Burdan şu sonucu da çıkarmamız gerekiyor, hızlandıkça gençleşiyoruz! 

Şimdi yazmayı bıraktım evden çıktım garajdan roketimi çıkardım, bastım gaza ışık hızında güneşimize en yakın olan yıldız Proksimal  Erboğaya gittim geldim. Uzaklığı yaklaşık 4 ışık yılı bu da ne demek ben geri döndüğümde siz 8 yıl yaşlanmış olacaksınız. HAHAHA ben sizden 8 yıl genç kaldım, oha işte ölümsüzlüğü bulduk. Fakat burda ki sorun ne ben o hızdayken yaşadım mı. Alın size paradoksun kralı. Bunları uygulamaya dönüştüremeyecek olmamız gerçek olmadıkları anlamına gelmeyeceğinden hayatı algılama biçimimizi biraz da bu şekilde gözden geçirmekte yarar var. Olaylara bu şekilde bakmak çevrenizdekileri küçük görmek yerine, size kendinizi küçük görmeyi öğretir, fakat bunu göze alamayanlar olacaksa ne olur bundan sonraki bölümleri okumasın... Geçsin aynanın karşısına geçmişine baksın dursun. 

Neyse ben devam ediyim, uzunluk kısalmasını bir başka örnekle açıklamaya çalışayım, mesela bir labutu havaya attınız, labutun yandan görünüşü labutun gerçek uzunluğuna yakın bir görüntüyü size verirken labutun altından bakan biri onu daha kısa görecektir. 


Şimdi bunu zaman kavramıyla birleştirmemiz çok önemli çünkü zaman bizim için herşeydir. Aslında biz uzayın değil zamanın birer parçasıyız, en azından ben öyle düşünüyorum. Genel perspektiften bakacak olursak zaman için söylenen iki ana düşünce gözümüze çarpar. Birincisi, zamanın geçmişten geleceğe doğru aktığıdır ve sadece yaşanan an gerçektir. Burdan çıkacak sonuç doğal olarak, zamanın akışını ölçmemiz için bir başka zaman katmanına daha ihtiyaç duyduğumuzdur. Bu katmanlar çoğaltılabilir. Üst katmanı ölçmek için diğer üst katman, onu ölçmek bir üst katmana ihtiyaç duymak gibi, bu birinci düşünce idi, İkincisi ise, olmuş ve olacak bütün olayların dörtboyutlu uzay-zamanın bir yerlerinde olduğunu söyler. Bu o kadar ilginçtir ki aslında bize kader diye bir şey var diye bağırmaktadır adeta, Bu düşünce bize kuramsal olarak her anımızın uzay-zamanın bir yerlerinde mevcut olduğunu iddaa eder. Bu kuramı göz önünde tutacak olursak, özgürlük anlayışımızı bir daha göz önünde bulundurmamız gerekecek. Seçim şansımızın olmaması nasıl bir kölelektir siz düşünün, sıkışmış kalmışız gibi bir his çok fena gerçekten. Biraz olsun uzay-zamana dair birşeyler söyledik, şimdi sıra aslında en başta söylemem gereken “Termodinamik” yasası. Az önce zamandan bahsetmiştik, doğada zamanın akışı kendini sürekli yıpranma olarak gösterir. Hiç bir müdahale olmadan, yani şöyle düşünelim evdeki kütüphaneniz devrildi, siz ona müdahele etmeden kendi kendine yenilenir mi? Ya da arabanız paslandı, gidip onarım yapmazsanız bu kendiliğinden olmaz fakat bunun tam tersi yani yıpranma kendilğinden olmaktadır. Zaman doğa yasalarının o kadar ayrılmaz, o kadar temel bir parçasıdır ki o yüzden aslında biz zamanın birer parçalarıyız demek içimden geliyor. Bu bahsettiğimiz yıpranma olayı işte Termodinamiğin ikinci yasasıdır. Diğer adıyla “Entropi” yani evrendeki düzensizliğin bir ölçütü, yaşlanır ve ölürüz, otomobillerimiz paslanır, onarılmayan yapılarımız çöker sürekli sağlamlaşmaz yani evrendeki düzensizlik ve belirsizlik giderek artar. İşte Entropi bu düzensiliği ölçmek için kullanılan bir niceliktir. Gelelim Termodinamiğin birinci yasasına, birinci yasa basit ve net enerji yaratılamaz ve yok edilemez, sadece bir biçimden başka bir biçime dönüşebilir. Bir yerlerden tandık gelmiştir umarım. Entropi kavramı zamanı açıklamamız için neden önemli çünkü entropi deki artış zamanın hangi yöne aktığını gösterir, karşınızda dedeniz ve torunu hangisi daha önce ki bir kare sizce; cevabı açık tabi ki dedeniz, her ne kadar yan yana koyulan fotoğraf parçalarının birleştirilip bir film oluşturması gibi bunlar aynı zamanda yan yana duruyorlar gibi görünselerde, Entropi olmasaydı bunu nasıl tahmin edebilirdik bir düşünün! Bu bölümde son olarak Entropi ile ilgili vereceğim son örnek daha önceki bölümde söylediğim büyük resmi görmemiz ile yakından alakalı.

1- Bir bardak alın elinize(burda tanrısınız, elinize aldınız ama henüz büyük patlama gerçekleşmedi)
2- Bardağı yere bırakın, kırılsın(bardağın içinde su olsun bardağı bıraktığınızda ilk önce su dökülür ve düzensizlik artar, sonra bardak kırılır ve kırılan cam parçaları ile sıvı birbirine karışır.). Kadeh onarılamaz bir şekilde paramparça olur) İşte burdaki parçalardan birisi de dünyamızın ilk ışıklarıdır.)
3- Entropi bir bardağın kırılışına giden her an da olduğu gibi sürekli artar. Neden Cern de bilmem neleri çarpıştırıyoruz şimdi anladık umarım, entropinin artması yani düzensizliğin artmasını engellemek isteriz bunu içinde yüksek enerji girdisine ihtiyacımız var, o zaman bir örnek daha, elektriğimiz yok karanlıkta yürüyoruz, çarptık herşeyi devirdik, belirsizlik artıyor ne yapcaz, elektrik santralleri kurucaz, amaç ne düzensizliği ortadan kaldırmak işte olay bundan ibaret efendiler).

Bir sonraki bölümde “Genel Görelilik” den bahsedicem, görüşmek üzere...

(LÜTFEN YORUMLARADA GÖZ ATIN...)

Yorumlardan: öncelikle, okuyup yorum yazdığınız için çok teşekkür ederim, yazıları özet olarak tutmam gerektiği için genel hatlarıyla bazı şeyleri yazmaya çalışıyorum bazı şeyler açıkta kalıyor(yazdıklarımda okuduklarımdan anladıklarım bana mantıklı gelenler benim de işin ehli filan olduğum yok ilk önce onu söyleyim), yazıda bahsettiğim entropi(yıpranma kavramına biraz astronomik ölçülerde bakarsak bence olay daha anlaşılır olabilir, mesela dünyada ki yaşam güneşten gelen entropiyle(yıpranma) beslenir yani bitkiler büyümeleri için gereken enerjiyi güneş ışığından aldıkları zaman evrene bir miktar düzen katılır ve dünyadaki entropi(belirsizlik, yıpranma oranı ne derseniz) azalır, bu entropi azalmasının bütün bir evrendeki entropi artışının yanında küçücük olduğunu anlamak çok da zor değil. Güneş de ki yıpranma oranı mesela dünyada ki yaşamımızın oluşturduğu düzenin çok ilerisindedir. Mesela şu anda güneşimiz sıcak uzay soğuk, ısı da sıcaktan soğuğa doğru aktığı için güneş uzaya enerji yayıyor. burada güneş sıcak uzay soğuk bu bir tür düzenlilik fakat güneş zamanla enerjisini tüketip soğuduğunda evrende daha büyük bir düzensizlik olacak bütün yıldızların sonuda aynı şekilde yani düzenlilikten düzensizliğe(simetriden-asimetriye) giden bir yol fakat resme büyük bir açıdan bakmakta yarar var yoksa sizin verdiğiniz örnekleri açıklamak çok fazla kolay olmaz, en azından benim için...

Not: Yazı dizisinin sonuna doğru bütün bölümler birleşince, evreni kavrayışımızda ki gelinen noktalar ve gelişmeler daha rahat anlaşılabilir. Bundan sonra değinilecek bölümlere çeşitli eklemeler yaptım, genel görelilik ile beraber kuantum fiziğinin ortak bir şekilde ele alınmasındaki zorluklar, ortak bir kuramda birleştirilmeye çalışılan diğer kuramların birbirleriyle ilişkilerini açıklamaya da çalışacağım...Konular dağılmış gibi olursa en son bir özet daha oluşturmaya çalışabilirim...Anlaşılabilir derken kendi kendime konuşur gibi yazdığımı, bu yazıları yazarken de kendim daha iyi anlamak için yazdığımı belirtmek isterim, eksiklikler yanlışlıklar olabilir, yorumlarla katılırsanız sevinirim...

1. Bölüm için tıklayınız...


2. Bölüm için tıklayınız...

5 yorum:

  1. yazı eleştirisi vs bu saatin harcı değil ama sadece aklıma takılan bir şey var. evrenin doğalından düzensizliğe meyyali olduğu aşikar, termo yu da memleketimin taşaklı üniversitesinde ders diye gördüm, ümmüsü değilim. ama bozulmaktan kastımız tam olarak ne? söz gelimi paslanma her zaman verilen bir örnektir ve evrenin bozulma eğilimini güzel yansıtır, ama elmasa ne diyeceğiz? elması değerli kılan ekonomik değerinden bahsetmiyorum, o ekonomik değeri sağlamasında yardımcı olan fiziksel niteliklerinden bahsediyorum. sıradan bir karbon bileşimi, belki de düşük yanmalı bir linyit kömürü doğal süreci takip edildiğinde kusursuzluğa erişebiliyor.

    ben bir mühendisim. mesleki yönelimim gereği olguları ve olayları temel yasalar ışığında sınıflandırıp basitkleştirmem gerekir. örneğin su yolları yer çekimi yüzünden her zaman yukarıdan aşağı doğru olmak durumundadır. ancak okyanustaki dip akıntılarda sıklıkla tersine rastlanır, durum da kabaca ısı eğilimi ve yoğunluk değişimine bağlanarak bırakılır. ancak suyu yakinen tanıyan biri olarak herhangi bir ısı değişiminin milyonlarca ton kütleyi askıya alarak yer değiştirmeye sebep olacağına inanmıyorum. bu durumda kendi doğası içinde suyun davranışına ne sebep olur? yüksek basınç karbonu böylesine mükemmelleştirirken nasıl üst kademelerdeki metalleri korezyona uğratır? bence tüm bunlar "allah istedi eheh" diye sıyrılınacak mefhumlar değil. evren kendini bırakanı nereye götürür? asıl soru bu.

    bu arada e155178@metu.edu.tr adresinden iletişime geçersen daha da sakin ve derinlikle biçimde konuşmak isterim bahsettiklerini.

    hayırlı işler.

    YanıtlaSil
  2. öncelikle, okuyup yorum yazdığınız için çok teşekkür ederim, yazıları özet olarak tutmam gerektiği için genel hatlarıyla bazı şeyleri yazmaya çalışıyorum bazı şeyler açıkta kalıyor(yazdıklarımda okuduklarımdan anladıklarım bana mantıklı gelenler benim de işin ehli filan olduğum yok ilk önce onu söyleyim), yazıda bahsettiğim entropi(yıpranma kavramına biraz astronomik ölçülerde bakarsak bence olay daha anlaşılır olabilir, mesela dünyada ki yaşam güneşten gelen entropiyle(yıpranma) beslenir yani bitkiler büyümeleri için gereken enerjiyi güneş ışığından aldıkları zaman evrene bir miktar düzen katılır ve dünyadaki entropi(belirsizlik, yıpranma oranı ne derseniz) azalır, bu entropi azalmasının bütün bir evrendeki entropi artışının yanında küçücük olduğunu anlamak çok da zor değil. Güneş de ki yıpranma oranı mesela dünyada ki yaşamımızın oluşturduğu düzenin çok ilerisindedir. Mesela şu anda güneşimiz sıcak uzay soğuk, ısı da sıcaktan soğuğa doğru aktığı için güneş uzaya enerji yayıyor. burada güneş sıcak uzay soğuk bu bir tür düzenlilik fakat güneş zamanla enerjisini tüketip soğuduğunda evrende daha büyük bir düzensizlik olacak bütün yıldızların sonuda aynı şekilde yani düzenlilikten düzensizliğe(simetriden-asimetriye) giden bir yol fakat resme büyük bir açıdan bakmakta yarar var yoksa sizin verdiğiniz örnekleri açıklamak çok fazla kolay olmaz, en azından benim için... teşekkürler en son sorduğunuz sorunun cevabı da bence burda saklı, tabi ki bunlar bana mantıklı gelenler, bilmediğim o kadar çok şey var ki size tereddütle yazdığımı da belirtmek isterim, yazılarımıda kendim daha iyi bazı şeyleri anlayabilmek için yazıyorum, internet ortamında paylaşıyorum nadir de olsa geri dönüşler oluyor, fikirleriniz bana çok şey katıyor, suyun yapısı çok ilginç bir konu gerçekten büyük gizler taşıyor.

    YanıtlaSil
  3. cevap yazdığınız için ben de teşekkür ederim. öncelikle ben de bu işine ehli değilim, yaptığım meslek basit iş programına ve temel 3-4 yasaya dayanıyor, yani daha büyük resme bakmak sadece mütevazi bir hobi benim için, ancak yukarıda verdiğim mail adresinden iletişime geçebilirseniz dediğim gibi özetten ziyade daha büyük soru işaretlerini paylaşmak isterim.

    doğanın yolculuğunun asimetriye kaydığına katılabilirim. bu anlamda ecnebice anlamıyla kültür de son yüzde uyum sağlayarak asimetriyi ortaya attı ki post modernizme gark olduk. ancak biraz daha muğlak mecralara kaymakla beraber asıl soru işareti hala düzen-düzensizlik ayrımı benim için. ekonomide küçülerek büyüme diye tabir ettiğimiz türden güneş kütle etki alanını azalttıkça birim alana düşen etkisi artmakta, dolayısıyla güneşin kendini tüketmesi her zaman yaptığını daha kuvvetli yapması ile kendi sisteminin de sonunu getirmesi demek. intihar etmek için evini yakan bir antropoz mağduruna benzetilebilir bu anlamda. ancak buradaki temel ayrım bunu "nasıl" yaptığı değil "neden" yaptığı.

    başka bir örnek vereyim. diyalektik bir mantıkla 4 boyutlu kartezyen kümesini bir nehire benzetelim. bu anlamda ortasına çömelip oturmamız durumunda ortaya karşılıklı bir etkileşim çıkar. bir yandan biz aşınırken bir yandan suyun hareketini değiştirmiş oluruz. ancak temel nokta suyun etrafımızdan dolaştıktan sonra aynı noktaya daha kuvvetli baskı uygulayacak şekilde helezoid bir rota izleyecek oluşudur. başka bir deyişle evrene yaptığımız her etkide zaten olacak bir şeyin daha da kuvvetli vuku bulmasına neden olmamız işten bile değil. umutsuz post modern söylemleri çağrıştırdığını biliyorum ama evrenin düzensizlik eğilimi karşısında ne gibi bir tavır almak gerektiği konusundaki fikrinizi merak ediyorum. kendi hayatınız düzene mi düzensizliğe mi eğilimli sizce?

    dediğim gibi mail adresinden iletişime geçerseniz daha mutlu olurum. saygılar.

    YanıtlaSil
  4. nesi güzel anlamadım bence durum bok gibi...

    YanıtlaSil